Neden evleniyoruz? Neden boşanıyoruz?
Evlilik mutlu bir gelecek vaat ettiği kadar, boşanma gibi travmatik bir olayı da içinde barındırıyor.
Psikiyatr Ali Hilmi Yazıcı, evliliğe duyulan ihtiyacı, boşanmanın sebeplerini ve etkilerini anlatıyor.
Neden evleniyoruz? Evlilik nasıl bir ihtiyaç?
İnsanın neden evlendiğine dair birçok biyopsikososyal açıklama mevcut. Evrimsel açıdan en üst basamakta olduğu kabul edilen insanın bir insana yatırım yapması ve onunla yıllar sürecinde giderek kuvvetlenen bağlar kurabilmesi ilk akla geleni. İnsan yavrusu diğer canlılara nazaran çok uzun yıllar bakım ve desteğe gereksinim duyar. Bu yüzden erkek de kadın da emniyetli bağlar kurmaya daha çok ihtiyaç duymaktadır. Aynı sebep, yani uzun seneler bakım alma ihtiyacı, soyun mutlaka belli olması zaruretini de ortaya koyar. Evlilik, soyun belli olması için en emniyetli kurumdur. Yoksa erkek kendisinden olmayan bir çocuğa uzun yıllar bakmak durumunda olurdu ve bu erkek için son derece kabul edilmez bir durumdur.
Evlilik sosyal anlamda nasıl bir ihtiyaç?
Evli olmak birlikteliğin sosyal anlamda tescil edilmesi demektir. Yasal ya da dini kurumlar karşısında bir kadın ya da erkekle hayatının sonuna kadar beraber olmak istediğini deklare etmek ve bunu anlamlı insanlar karşısında onaylatmak sosyal bir canlı olan insan için o ilişkinin farklı bir mertebeye terfi etmesi demektir. Bu yolla eşinin kendisine ait olduğunu ilan eden insan ileriye dönük olarak onu kaybetme riskini azaltmaktadır. Bir ortaklık olarak düşünülecek olursa ortaklığın noter önünde imzalarla teyit edilmesi demektir. Bu ansızın çekip gitme gibi tüm bir ömrün pamuk ipliğine bağlı yaşanması huzursuzluğunu azaltır.
İnsan kaç yaşında evlenmeli?
Evlilik kararının verildiği yaş az önce bahsettiğim noktada son derece önem arz ediyor. İnsanın kişilik özellikleri 20′li yaşlarda şekillenirken, ‘hayat değerleri’ 25 – 30′lu yaşlara varan bir süreci gerektirir. Siyasi, dini, ailevi nitelikleri ve bireyin seçimleri üretkenlik dönemine girdikten sonra şekillenir. 25 öncesi gibi erken yaşlarda yapılan evliliklerde bireyler büyümeye ve değerlerini geliştirmeye devam ettiklerinden, geçen yıllar ardından birbirlerinden çok farklı konumlara savrulabilirler. Tam ortaya çıkmamış sosyal, mesleki ve kişisel yetenekleri onları birbirlerinden çok uzak noktalara taşıyabilir ve evliliklerin sürdürülemez hale gelmesine yol açabilir.
Geçmiş ve bugünle karşılaştıracak olursak evlilik kurumunun kimlik değiştirdiğini söyleyebilir miyiz?
Geçmişten günümüze evlilik kurumunun kimlik değiştirdiği kanımca söylenemez. Sosyal yaşam alışkanlıklarının değişmesi elbette evliliklerin üzerinde birtakım zorlayıcı etkiler yapıyor. Öyle ki kent ve metropol hayatı sosyal rolleri değiştiriyor. Artık yüz yıl öncesine göre çok daha fazla insanla, çok daha kısa süre içerisinde karşılaşıyoruz. Üretim biçimleri de değiştikçe evli bireyler çok daha fazla karşı cinsle karşılaşıyor. Elbette bu alışkanlıklar evlilikte sadakat sorunlarının daha çok yaşanmasına zemin hazırlıyor. Kentlere akın akın yapılan göçler beraberinde bu insanların sınıf atlama ve üst bir sosyal sınıfa dahil olma ihtiyaçlarını da getiriyor. Bu yüzden evlilikler bazen bu aidiyet ve sınıf sorunlarına çözüm amaçlı bir araç olarak daha çok kullanılıyor.
Evliliklerin kısa sürmesini ve boşanmalarda artış görülmesini neye bağlıyorsunuz?
Evliliklerin kısa sürmesi ya da boşanma oranlarının artmasına dair birkaç risk unsuru sıralanabilir. Birincisi; kentleşme ve endüstrileşme insanların daha çok hareketlenmesine ve etkileşime girmesine yol açtı ki bu kadın ve erkeklerin daha fazla sıcak temasta olmasına zemin hazırlıyor. Ev içinde beklentilerin karşılanmaması ve yaşanan sorunlar bir diğer eş bulma arayışını bu sosyal zeminde artırdı. Ayrıca kapitalist düzenin bireyci ve bencil değerleri evlilikte özveri yapma davranışını da doğal olarak azaltıyor. Seçim, özgürlük ve ölüm gibi var oluşçu kaygılar, kent insanını bir başka boyutta etkiliyor ve bağlanma
Boşanmayı düşünen çiftlere ne öneriyorsunuz?
Her ne şekilde olursa olsun evliliklerini sürdürme imkânlarını bir kez daha gözden geçirmelerini söylüyorum ve onları bir arada tutan unutulan değerleri hatırlatmaya çalışıyorum. Boşanmak neticede travmatik bir süreçtir. Elbette herkesin öyküsü çok farklı nitelikler taşır. Boşanmadan önce karşılıklı mutabakata dayanan ayrı yaşama dönemleri -bir tehdit olarak kullanılmadığı sürece- işe yarayabilir. Ancak ne yazık ki ülkemiz insanı bu uygulamayı genelde pek beceremiyor. Burada en önemli husus öfke duygusu. Öfkenin arkasında mutlaka hakkaniyetle ilgili incinmişliklerin olduğu görülecektir. Karar anında taşkın öfke duygularının etkisinde olmadan karar vermek son derece önemlidir. Hastalarımın ağır öfkeleri yatışmadan karar vermelerini engellemeye çalışırım. Öfke sel gibi bir duygudur ve tüm duygu ve gereksinimlerin üstünü örter.
Boşandıktan sonra insanların hayata bakışı değişiyor mu?
Boşanma sonrası hayata bakış her yüklü deneyimden sonra olduğu gibi elbette değişmektedir. Ancak burada içinde yaşanılan sosyal ortam çok belirleyicidir. Boşanmış bireye bakış açısı toplumdan topluma çok farklılıklar gösterir bu da bireyin hayatını çok zorlaştırabilir.
Boşanmasının etkisi erkek ve kadında fark gösterir mi?
Boşanan erkekler psikiyatrik ve tıbbi açıdan daha fazla bedel öder. Kadınlar ise sosyal ve ekonomik zorlukları daha çok göğüslemek zorunda kalıyor. Boşanmış insanlar istatistiki olarak çok daha fazla depresyon ve uyum sorunları yaşar. Kişinin evlilik deneyimi olması bundan sonra yapacağı tercihlerde kendi ihtiyaçlarını daha iyi tanımlamasına katkı yapabilir. Şiddet yaşanılan, çok travmatik evliliklerin son bulması her açıdan hayatı iyileştirebilir. Kadın için de erkek için de önemli olan bir birey olarak üretken olabilmek ve sosyal açıdan sürekli ve nitelikli ilişkilerini koruyabilmek. Bunlar boşanma sürecinde en önemli koruyucu unsurlardır.