İlişkinizin ömrünü ne belirler?
İsviçre Bern Üniversitesi Psikiyatri Polikliniği’nin istatistiklerine göre herhangi bir ruhsal sıkıntıyla başvuranların yaklaşık yüzde 75’i ilişki sorunu yaşıyor.
Yani her 4 kişiden 3’ü ilişkisinden memnun değil. Bunun yanında evliliklerin yüzde 50’si boşanmayla sonuçlanıyor. Ama boşananlar da dahil olmak üzere insanların yüzde 95’i her şeye rağmen yeni bir ilişki peşinde koşuyor. Bu evlenmek biçiminde de, modern zamanlarda birlikte yaşamak ya da ayrı evlerde oturup birliktelik yaşamak şeklinde de olabiliyor. Her durumda insanlar kendilerini güvenli bir bağlanma içinde görmek istiyor. Çünkü güvenli bir bağlanma, yani sevildiğini, değer verildiğini bilme, anlaşılma, anlayış ve ilgi görme, zor zamanlarda başını dayayabilecek bir omuz hepimizin temel ruhsal gereksinimi.
Biz psikiyatrlar aldığımız tıp eğitimi ve içinde yaşadığımız kültür nedeniyle (okuduğunuz gazetenin sayfalarını karıştırın lütfen) hep sorun odaklı düşünür ve yalnızca normal olmayanı vurgular, ön plana çıkartırız. Yani insanların neden boşandıkları, neden kavga ettikleri, anlaşamadıklarını sorgularız. Muayenehanemize gelen danışanlar da yalnızca sorunlarından, ilişki problemlerinden, eşleriyle olan çatışmalarından bahsetme refleksi içindedirler.
Ben soruyu başka türlü sormak istiyorum. Birlikteliklerin en az yüzde 50’si ayrılıkla son buluyorsa, yüzde 50’si de devam ediyordur. Bu birlikteliklerin sürmesini sağlayan etkenler nelerdir? Bu soruya verilen kötümser ve bilindik yanıt, alışkanlık, sahip olunanları kaybetme korkusu, kişilerin yalnız kalmaktan korkmaları, toplumsal ve dinsel baskılar, özellikle kadınların maddi yönden bağımsız olmamaları nedeniyle eşlerine bağımlı olmaları yönündedir. Ama gerçekten öyle mi? Birlikteliklerin sürmesini sağlayan olumlu iletişim ve karakter özellikleri, paylaşım biçimleri de yok mu?
Evlilikte mutlu olmanın nesnel şartlarının sorulduğu bir çalışmada katılımcılar tarafından en çok eşlerin uzlaşmaya meyilli olmaları, güvenirlik duygusu, tolerans, karşılıklı anlayış, kişinin kendini geliştirebilmesi için yeterli özgür alan, iyi ev koşulları, yeterli gelir, iyi komşuluk ilişkileri, mesleki tatmin, ev işleri ve meslek yaşamının iyi bir şekilde dengelenebilmesi, çocukların iyi yetişmesi gibi etkenler vurgulanmıştır.
Birliktelikteki öznel mutluluk koşullarına bakıldığında, eşlerin mutluluklarının bireysel beklenti düzeyleriyle doğrudan bağlantılı olduğu görülmüştür. Bireyler kendilerini benzer sosyal konumda olanlarla ve toplumsal olarak bulunmak istedikleri konumu şu anda bulundukları yerle karşılaştırırlar. Vardıkları sonuçlar mutluluklarıyla doğrudan bağlantılıdır.
İlişkilerin ömrünü birlikte olduğumuz kişiyle ne oranda eğlenceli, ilginç, cinsel açıdan tatminkar, yaratıcılık dolu ve entelektüel olarak heyecan verici bir beraberlik yaşayabildiğimiz belirliyor. İnsanların birbirleri, ilişkileri için her dakika yeniden karar verebilme özgürlüğüne, bir anlamda ayrılabilme özgürlüğüne sahip olabilmeleri birlikteliğin olmazsa olmazı artık. Eşler açık bir iletişim içinde karşılıklı olarak duygu ve gereksinimlerini ifade edebildikleri, kişisel gelişimlerini karşılıklı olarak destekleyebildikleri, birbirlerinin otonomi ve bağımsızlıklarına saygı gösterebildikleri oranda, ilişkilerinde mutlu olabiliyorlar.
Burada önemli bir soru daha ortaya çıkıyor; bir birliktelik ne kadar acıyı ve mutsuzluğu kaldırabilir? Bu sorumun altında şu kabul yatıyor: Birliktelik içindeki acı veren durumların, mutsuzlukların, çatışmaların olduğu gibi, olumsuz bir değer atfetmeden kabulü, bir birlikteliğin derinleşmesi ve eşler arasındaki bağın güçlenmesi açısından en az yukarıda sayılan nesnel koşullar kadar önemlidir. Belki de daha çok. Ben bireysel gelişimin, bireyin kendini gerçekleştirmesinin ilişkilerde verdiği mücadele yoluyla gerçekleştiğine inanıyorum.
Bu biraz soyut tanımdan ne anladığımı somut örneklerle daha sonraki yazılarımda açacak ve anlaşılır kılacağım.